CEZA SORUMLULUĞUNUN ŞAHSİLİĞİ, KAST VE TAKSİR
Av. Nuri MEHMETOĞLU
Suçtan sözedilebilmesi için, sadece kanunla yasaklanmış bir fiilin işlenmiş olması yetmez, o fiilin insan iradesinin ürünü olması ile sorumluluğunun ve kusurluluğunun da olması gerekir. Suç ile ilgili sorumluluğun olabilmesi için de fiil ile failin hareketi arasında bir nedensellik bağının bulunması şarttır.
Kişi ile gerçekleşen davranış arasında manevi bir bağ yoksa, bu davranış suç oluşmaz. Kişi ancak kasıtlı veya taksirli olarak gerçekleştirdiği ve kendisine ait olan fiillerinden sorumlu tutulabilir. Zira; “Ceza sorumluluğu şahsidir.”(Any.38/5).
Türk Ceza Kanununda bu sorumluluk “Ceza Sorumluluğunun Şahsiliği, Kast ve Taksir” başlığı altında düzenlenmiştir. “Ceza sorumluluğunun şahsiliği” başlıklı maddesi şöyledir:
“(1) Ceza sorumluluğu şahsidir. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz.
(2) Tüzel kişiler hakkında ceza yaptırımı uygulanamaz. Ancak, suç dolayısıyla kanunda öngörülen güvenlik tedbiri niteliğindeki yaptırımlar saklıdır.”(TCK m.20)
Ceza Sorumluluğunun Şahsiliği, alt türevleri olsa da iki temel şekildedir: Kast ve Taksir.
Kast
Kast, suçu gerçekleştirmeye yönelik iradedir. Kanuna göre: “Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.”(TCK m.21/1) Buna göre (doğrudan veya olası) kast bulunması durumunda suçtan sözedilebilecektir. Bu tanım çerçevesinde, kastın, (doğrudan veya olası) her iki türünde de bilme ve istemeye dayandırıldığı, ancak olası kastta istemenin farklılaştığı görülmektedir.
Doğrudan Kast: Failin, suçu işleyeceğini (kanuni tipi gerçekleştireceğini) bilmesi ve istemesidir. Kanun maddesinde, “suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir” tanımından, Kastın gerçekleşmesi için bilme ve isteme’nin birlikte gerçekleşmesi gerekir.
Doğrudan kasttaki “bilme” suçun maddi unsurlarının bilinmesidir. Failin hedeflediği sonuç(lar)la birlikte, bu sonuç dışında, fakat bu harekete bağlı olarak, zorunlu veya kaçınılamaz olarak ortaya çıkan başka sonuçlar (istenmemiş olsa dahi) doğrudan kastın kapsamındadır. Yani fail, gerçekleşmesi muhtemel olan sonucun gerçekleşmesi tehlikesini göze alıyor, yani sonucun gerçekleşmesine rıza gösteriyorsa o sonuç da istenmiş sayılır.
Fail; suçun tipiklik unsurlarını, suçun kanuni tanımında aranan neticenin gerçekleşeceğini veya gerçekleşebileceğini biliyor olmalıdır.
Failin somut olaydaki fiiline, fiilinin sonuçlarına ve mağdura ilişkin bilgisi olması, kastın oluşumu bakımından yeterlidir. Failin, gerçekleştirdiği fiilin suç teşkil edip etmediğine ilişkin bilgisi veya kanaati, “bilme” unsuruna ilişkin değildir. “Ceza kanunlarını bilmemek mazeret sayılmaz.”(TCK m.4) hükmü bunu zorunlu kılmaktadır. Bunun sonucu olarak fail, işlediği fiilin suç teşkil ettiğini bilmediğini iddia edemez. İstisnai olarak “İşlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, cezalandırılmaz.” (TCK m.30/4).
Kast, fiil bitinceye kadar mevcut olmalıdır. Çok hareketli suçlarda, ilk hareketin yapılması sırasında varolan kast, ikinci ve sonraki hareketin yapılmasına da yönelmelidir.
Kanun düzenlemelerinde; "bilerek", "bildiği halde", "bilmesine rağmen" gibi ifadelerin yer aldığı suçlar, bu suçların ancak doğrudan kastla işlenebileceğini gösterir.
Kastın diğer bir unsuru olan “isteme”, iradi insan hareketine vurgu yaparak, suçun maddi unsurlarının gerçekleştirilmesine yönelik iradeyi ifade eder. Yani, failin, iradi hareketi ile, hukuk düzenini ihlal eden bir hareket gerçekleştirdiği (bir suç işlediği ) bilincinde olmasına, unsurlarını bilmesine rağmen gerçekleştirmekten vazgeçmeyerek ortaya koyduğu iradesidir.
Olası Kast: TCK’ndaki, “Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır”(TCK m.21) düzenlemesinde: "kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi" şeklinde tanımlanmıştır.
Olası kastta; fail, suçun maddi unsurlarını bilmesi ve gerçekleşeceğini öngörmesine rağmen muhtemel sonucu umursamayarak hareketini gerçekleştirmektedir.
Olası kast halinde suçun maddi unsurlarının gerçekleşmesi, fail tarafından muhakkak değil, muhtemel (olası) addedilir. Neticenin gerçekleşmesi olayın akışına bırakılmakta; neticenin gerçekleşmemesine gayret edilmemekte; “olursa olsun” düşüncesi ile hareket edilmektedir. Fail, neticeye yönelmemiş hareketiyle, ulaşmak istediği amaç için muhtemel sonuçları göze almaktadır.
Olası kasttan sözedebilmek için üç şartın bulunması gerekmektedir: Failin, tehlikenin varlığını (mümkün/olası olduğunu) bilmesi, Hareketinin koşullarına göre, tipik sonucun gerçekleşmesinin mümkün/olası göıülerek ciddiye almış olması, tehlikenin gerçekleşmesini kabullenmesi (tipikliğin gerçekleşmesinin göze alınması)
Doğrudan kast ile olası kast arasındaki önemli fark şudur: Doğrudan kastta sonucun gerçekleştirilmesi kesindir, olası kastta ise sonucun gerçekleşip, gerçekleşmeyeceği ihtimal/olası’dır
Sonucun gerçekleşme ihtimali/olasılığını göze alarak hareketini tamamlamaktan vazgeçmeyerek tipik suç işleyen fail, fiilinden sorumlu olur. Ancak kanunda; doğrudan kasta göre, olası kastın haksızlık içeriği daha az olduğundan, suçun olası kastla işlenmesi durumunda, kasten işlemeye nazaran (bir miktar indirim yapılarak) daha az ceza verilmesi öngörülmüştür.
Kasten işlenen suçlar, genel olarak olası kastla da işlenebilir. Ancak tanımlarında, “bildiği halde”, “bilmesine rağmen” gibi ifadelere yer verilen kimi tip suçların ancak doğrudan kastla işlenmesi mümkündür.
Amaç veya Saik unsurları bazı suç tanımlarında manevi unsur olarak kastla birlikte aranmaktadır. Amaç veya saikler, kastı hazırlayan düşünceyi ifade etmektedir. Amaç veya saik, suçun bir unsuru olarak ve ancak kanundaki suç tipinde düzenlenmiş ise, kast ile birlikte aranır. Örneğin; kasten öldürme suçunun; bir suçu gizlemek, delillerini ortadan kaldırmak veya işlenmesini kolaylaştırmak amacıyla (TCK m.82/1-h), kan gütme saikiyle (TCK m.82/1-j), töre saikiyle (TCK m.82/1-k), kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun cinsel amaçla işlenmesi (TCK m.109/5), kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kurma veya yönetme (TCK m. 220/1) suçlarında bu durum görülebilmektedir.
Taksir
Kanun; eksik yapma, çekinip yapmama, kusur etme, kabahat, günah anlamlarına gelen “Taksir”i bilinçsiz ve bilinçli taksir olarak iki ayrı şekilde tanımlamıştır.
“Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.” (TCK m.22/2) “Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır”(TCK m.22/3)
Kısaca taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık nedeniyle, suçun kanuni tanımında belirtilen neticenin (sonucunun) öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir. Yani, isteyerek yapılan fiilden, istenmeden meydana gelen neticeden sorumluluktur.
Suç kural olarak kasten işlense de, diğer bir işleniş şekli taksirdir. Ancak “taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hallerde cezalandırılır.” (TCK m.22/1) hükmünde de belirtildiği gibi, ancak kanunda açıkça ifade edilmiş suçlar taksirle işlenebilmektedir. Bu nedenle taksir, istisnai bir sorumluluk halidir.
Taksir, kastın hafifletici bir şekli değildir. Taksirin cezalandırılmasının nedeni, toplumsal yaşam düzeninin kişiye yüklendiği objektif dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlâl edilmesidir. Failin; meydana gelen sonucu, dikkatli ve özenli davranması halinde bile engelleme ve önleme olanağı yoksa, taksirden sözedilemeyeceğinden, kişi taksirden sorumlu olmaz.
Taksirli suçlarda, teşebbüs ve iştirak hükümleri uygulanamaz ve verilecek ceza failin kusuruna göre belirlenir.
Taksirle işlenen suçların sayısı, kasten işlenen suçlara oranla çok azdır. En tipik örneği ve en sık rastlananları, taksirle öldürme ve yaralamadır.
“Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir halinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir.” (TCK m.22/6).
Adi (Bilinçsiz) Taksir, normal koşullarda öngörülmesi gereken neticenin somut olayda öngörülememesi durumudur. Hareket bilerek ve istenerek gerçekleştirilmekte ancak, hareketin suç teşkil eden bir haksızlığa neden olacağı öngörülememektedir. Faildeki bu öngörüsüzlük, toplumsal yaşam düzeni içindeki bir takım yükümlülüklerin gereklerini yerine getirmemesinden kaynaklanmaktadır. Özen yükümlülüğünün kaynağı, kanunla veya diğer toplumsal kurallar olabileceği gibi, başkasının hayatı veya malvarlığı ile ilgili toplumsal hayatın yüklediği, toplumsal sorumluluk kuralları da olabilir.
Bilinçli Taksir halinde, failin neticeye ilişkin öngörüsü bulunmasına karşın, öngörüsünün gerçekleşmeyeceğinden hareketle, yükümlülüklerine aykırı olarak güven duymaktadır. Fail, yerine getirmediği yükümlülük nedeniyle bir suçun meydana geleceğini öngörmektedir. Bilinçsiz taksire göre daha yoğun bir haksızlık düzeyi bulunduğundan, cezanın buna göre artırılacağı düzenlenmiştir.
Olası Kast ve Bilinçli Taksir kavramları birbirine çok yakın olduğundan, birçok kez, bir fiilin olası kastla mı işlendiği, yoksa bilinçli taksirle mi işlendiği tartışılabilmektedir.
Yargıtay’da çoğu kez bu tartışmayı yapmak suretiyle kararını vermektedir.
Genelde kullanılan formüle göre, fail "öyle ya da böyle herhalde hareketi gerçekleştirirdim" diyorsa olası kast; "neticenin gerçekleşeceğini bilseydim hareketi gerçekleştirmezdim" diyorsa bilinçli taksir varsayılmaktadır. Başka bir anlatımla; bilinçli taksirde netice öngörülmesine rağmen, gerçekleşmeyeceğine dair bir güvenle hareket edilmekte, “olmaz inşallah” denilmekte, olası kastta ise, neticenin gerçekleşip gerçekleşmemesi umursanmamakta, “bana ne”, olursa olsun denilmektedir.
Netice Sebebiyle Ağırlaşmış Suç
Olanın ötesinde, daha ağır, zararlı veya tehlikeli bir sonucu doğuran suçları tanımlamak için kullanılan terimdir. “Netice Sebebiyle Ağırlaşmış Suç” ile ilgili kanundaki düzenleme;
“Bir fiilin, kastedilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi halinde, kişinin bundan dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından taksirle hareket etmesi gerekir” (TCK md. 23). şekildedir.
Örneğin; TCK md.8’de: neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama suçu, TCK m.103/6’da: çocukların cinsel istismarı suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hali düzenlenmiştir.
BİLGİ: Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Nuri MEHMETOĞLU’na aittir. Emeğe saygı bakımından kaynak gösterilerek içeriklerin kısmen veya tamamen kullanılması serbesttir. (2010 Yılında Yazılmıştır)