16 Apr
16Apr

Toplumsal Düzen Kuralı Olarak

HUKUK

Av. Nuri MEHMETOĞLU

Giriş

Öznesi İnsan olan; Evren ve Varlık’ları konu edinip anlama ve kavrama çabası içindeki sosyal bilimler ile inanç ve düşünce sistemleri; yol ve yöntemleri farklı olsa da, büyük oranda canlılar dünyasının en komplike, karmaşık ve zor anlaşılır (veya anlaşılamaz) varlığı olan İnsan’ı tanıma ve anlamayı ve İnsan’ın mutluluğunu hedeflemektedir.

Yaşamını sürdürme ve ihtiyaçlarını karşılaması için zorunluluktan olsa da, İnsanı diğer canlılardan ayırıcı (en önemli) özelliklerinden biri, İnsanın toplumsallığı ve toplum halinde yaşamasının doğal sonucu olarak, diğer (hemcins)’leri ile iletişim, etkileşim gereksinimi nedeniyle geliştirdiği sosyal aktivitelerle, İnsan, toplumun diğer bireyleriyle sürekli iletişim ve ilişkidedir.

İnsanın (toplumsal) sosyal ilişkileri sorunsuz ve eşit şekilde sürebileceği gibi dengesizlik ve çatışmalara da neden olabilir. Toplumsal yaşamın devamı ve işleyişi için gerilim ve çatışmaların çıkmaması ve çıkması durumunda da çözüm için; İnsan davranış, eylem ve ilişkilerinin sınırlandırılmasına duyulan ihtiyaç sonuncunda; bir “Toplumsal (Sosyal) Düzen”in oluşturulması, bunun için de "Toplumsal (Sosyal) Düzen Kuralları"  denilen düzenleyici kuralların varlığının zorunluluğunu beraberinde getirmiştir.


Toplumsal Düzen Kuralları

Bireylerin birbirleriyle ve toplumla, toplumun da bireylerle ilişkilerini düzenleyerek, çatışmaları önleyip, toplumu dengede tutarak, toplumsal düzeni sağlayan “Toplumsal Kurallar” bazı hak ve yetkiler tanırken, bazı hak ve özgürlükleri kısıtlar, yükümlülükler yükler, yasaklar getirir.

Toplumsal Düzen Kuralları çeşitli disiplinler altında incelenebilmektedir. Başlıcaları: Din Kuralları, Ahlak Kuralları, Örf ve Âdet Kuralları, Görgü Kuralları ve Hukuk kurallarıdır.

Yazımızda Hukuk’u ele alacağımızdan, daha etkin olmaları nedeniyle Din ve Ahlaka kısmen değinip, diğer kurallara ise çok kısa yer vereceğiz.

Tarihsel önem ve insanlığı etkileme bakımlarından, toplumsal düzen kurallarının en önemlisi hiç kuşkusuz Din’dir. Kısaca Din (religion): “Tanrı'ya, doğaüstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal bir kurum, diyanet”, “İnanılıp çok bağlanılan düşünce, inanç veya ülkü, kült”, “İnsanların anlayamadıkları, karşısında güçsüz kaldıkları doğa ve toplum olaylarını, tasarladıkları doğaüstü, gizemsel nitelikli güçlerle açıklamaya yönelmeleri olgusu”, “Bu nitelikteki tasarımların kurallar, kurumlar, törenler ve simgeler biçiminde örgütlenmesini sağlayan düzen”‘in isimlendirmesidir.[1]

Ahlak, “Arapça bir kavram olup “huy” anlamına gelen “hulk” kelimesinin çoğuludur. Ahlak, genel olarak toplum içinde oluşmuş örf ve adetlerin, değer yargılarının, normların ve kuralların oluşturduğu sistemdir. Bu yapı, hem bireyin, hem toplumun doğru ve yanlış davranışlarını belirler ve yönlendirir. Ahlak kuralları, belirli bir kişi ya da gruba yöneliktir, genel geçerliliği yoktur. Başka bir ifadeyle gruptan gruba, toplumdan topluma değişebilmektedir.[2] “Bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları, Toplu olarak yaşayan bireylerin uymak zorunda bulundukları eylem ve davranış kuralları”[3] olarak ta tanımlanabilen ahlâkın değer yargıları, geliştirilmiş ya da keşfedilmiş değil kendiliğinden oluşmuştur.

Örf, Âdet (Töre) ve Görgü Kuralları; Bireylerarası sağlıklı ilişkiler kurulması, hoşgörü, anlayış, yakınlaşma, yardımlaşma ve dayanışmayı yükseltip toplumsal yaşamı kolaylaştırarak, toplumsal düzene katkı yapan, toplumda tekrarlanarak, genel kabul gören ve (manevi zorunluluktan dolayı) uyulması gerektiği kabul edilen alışkanlıklar ile saygı, incelik ve değer taşıyan ortak toplumsal davranış kurallarıdır.

Toplumsal Düzen Kurallarının kısmen toplumsal farklılıklar göstermesi ve kısmen yazılı olmamasının sonucu, sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğini belirlemek imkansızdır. Sınırlarını belirleme iddiasında bulunulması halinde dahi ancak (iddia sahibinin) kendince bir sınır belirlemesi durumu sözkonusu olabilecektir.


Hukuk

Hukuk, Arapça ‘hakk’ sözcüğünün çoğulu (haklar) anlamını taşısa da, çok çeşitli anlamlarda kullanılabilmektedir. Sosyal bilimlerin özelliği ve hukuk alanının genişliği nedeniyle çok değişik anlamlandırma ve tanımlar yapılabilmekte, tek tanımda uzlaşılamamasından ötürü, Kant’ın dediği gibi “Hukukçular hâlâ hukukun tanımını aramaktadırlar.” da denilebilmektedir.

Yine de: insanın bireysel ve toplumsal davranışlarını değerlendirerek ve çatışmalarına çözüm getiren  düzenlemelerle, Adalete ulaşmayı hedefleyen, toplumsal barış ve refahı sağlayacağı öngörülen, kamu (devlet) gücüyle uygulanan, uyulmaması durumunda müeyyide uygulayan, uyulması zorunlu yazılı kurallardan oluşan “toplumsal düzen kuralları” olarak tanımlanabilir.

Hukukun diğer toplumsal düzen kuralları karşısında en önemli ayırıcı özelliği devletin zorlayıcı gücü ile uygulanması, korunması ve yaptırım uygulanmasıdır.

Toplumun barış ve huzur içinde yaşatılmasını ve toplumsal düzenin devamını sağlayıcı bir misyonu yüklenen Hukuk; toplumsal yaşamda üç önemli fonksiyonu yerine getirmektedir: Toplumsal yaşamı düzenleyerek birey ve toplumun güvenlik, barış ve refah içinde yaşamalarını sağlayan düzen fonksiyonu, İnsan ilişkilerini düzenleyip, biyolojik, psikolojik, ekonomik, doğal ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik Sosyal İhtiyaçların Karşılanması (pratik yarar)  fonksiyonu ile objektif ve sübjektif eşitlik ve hakkaniyet ölçüsündeki düzeni ile Adalet fonksiyonu.

Hukukun tanımı gibi dayanağı hakkında da çok sayıda teori ortaya atılmıştır. En önemli ayırım; hukuku (Din) Tanrı iradesine, (en güçlü olan kişi veya) Devlet iradesine, (toplumsal sözleşme ile) toplumun genel iradesine dayandığını ileri süren “hukuku bilinçli iradeye dayandıran teoriler,” doğal hukuk, sosyolojik hukuk ve tarihsel hukuk formları olan “hukuku bilinçsiz iradeye dayandıran teoriler” ile “pozitivist” teorilerdir.

Hukukun üç temel unsuru ise norm, sosyal realite ve ahlâktır.

“Hukuk felsefesi de hukukun bilimsel yöntemlerle incelenmesi dışında hukukun eleştirisini yapar ve bu eleştiri toplumsal yaşamın daha iyi bir şekilde varlığını sürdürmesi üzerinedir”.[4]

Hukuk sistemleri denildiğinde, Dünya’daki devlet sayısı kadar hukuk sistemi (veya düzeni) olduğu ileri sürülebilse de genel hatları itibariyle birkaç grupta toplanabilmektedir. Kara Avrupası Hukuku (Roma Hukuku), Common Law (Ortak Hukuk-İçtihat Hukuku), İslâm Hukuku ve Sosyalist Hukuk Sistemleri gibi.

İslam Hukuku; (diğer hukuk sistemlerinden farklı olarak) devlet otoritesi olmaksızın; sadece soyut kurallarla değil, fukahâ (İslam hukukçuları) tarafından meseleci içtihadlarla geliştirilmiş (jurist’s law), ihlâl hallerinde dünyevî ve uhrevî olmak üzere ikili karakterli yaptırıma sahip, temel kaynağı (Allah) Kitâb ve (Peygamber) Sünnet olan İlahî iradeye dayalı (kendine özgü) bir hukuk sistemidir.

Fıkıh (İslâm Hukuku) 9. yüzyıldan sonra sistemleşerek ortaya çıkmış, şer‘î-amelî hükümlerin oluşturduğu ilimdir. “İslam Hukuku” ile “Fıkıh” kavramları çoğunlukla aynı manada kullanılmakta ise de; “Fıkıh” hem dünya hem ahret (ibadet) ile ilgili hükümleri kapsamaktadır. Tıpkı ahlakta olduğu gibi İslam’da Din ve Hukuk ta iç içedir. Fıkıhta sözüedilen‚ şer‘î hüküm, Allah’ın mükelleflerin eylem ve davranışlara yönelik emridir. Şer’i hükümleri insanlara tebliği ile görevli olması itibarıyla, Hz. Peygamber de kural koymakta ise de (sünnet) kuralları ikincildir.


Hukuk ve Din

Birçok dini inanç; İnsanların her iki (dünya ve ahiret) yaşamına yönelik kurallar getirmektedir. Dünyaya yönelik kuralları bakımından, Din ve Hukuk benzer işlevler görse de hukukun yalnız bu dünyaya yönelik olması ile uygulama ve yaptırım bakımından önemli ölçüde farklılıklar göstermektedirler. Ancak ilk İnsan topluluklarında din ve hukuk günümüzdeki gibi belirgin şekilde ayrışmadığından ve din adamları, hukuk uygulayıcılığını da üstlendiklerinden karmaşa daha geniş boyutlu idi.

Din kurallarına uymamanın cezası (çoğunlukla) manevidir ve cezası ahirette verilmektedir. Kişi günahı nedeniyle (dünyada) vicdan azabı çekebilir. Allah’tan af diler, affedileceği veya affedildiği hissi ile vicdanını da rahatlatır. Fakat, bu dünyada güvenlik, huzur ve adaleti hedeflemiş olan hukuk kuralları çerçevesinde de kurala uymamanın müeyyidesine katlanmalıdır.

Din kurallarının daha etkin olduğu devletlerin görüldüğü tarihsel evrelerde üstünlük ve egemenliğin din tarafında olması, dinin devlete egemen olması sonucunu doğurmuş, din hukukun (temel) kaynağı olmuştur. Buna tepkisel olarak, daha çok Batı Avrupa’da ortaya çıkıp, Dünyaya yayılan dindışı laik akımlar, dini hukukun kaynağı olmaktan çıkarırken, zaman zaman dinden gelen doğrular da eleştirilmişlerdir.

“İslam’da ve Yahudilikte ilâhi yasa kavramı, dinin bir parçası olup, sadece evrensel ahlak kurallarını ifade etmekle kalmaz, gündelik davranışların da temelini teşkil eder. İnsan fiillerini; doğru-yanlış, güzel-çirkin, övülen-yerilen, ödüllendirilen-cezalandırılan, kınanan-serbest bırakılan şeklinde niteler. Değişmeyen yönleri ile beşer zafiyetinin üstünde olup, zaman ve tarihi aşan bir gerçekliğe tekabül ettiğini ileri sürer. Değişime açık yönleri ise istikrarla değişim arasında bağlantı kurarak evrenselliğini ve zamanüstü oluşunu sürekli gündemde tutar. İnsanlar ve toplumlar, ruhlarını, manevi yapılarını, işleyişlerini, dinin değişmeyen kurallarına göre sürekli revize ederken, dinin değişebilen kuralları, insana (içtihat) ve topluma (örf) verilen yetki ile insan ve toplumlara göre biçimlendirilir. Modern hukuk, aydınlanma felsefesinin getirdiği değer yargılarıyla şekillenmiş, idari yönetimden insan ilişkilerine, inanç olgusundan, günlük yaşantıya ait bir takım davranış kalıplarına kadar geniş bir insani alana sirayet eden yeni bakış açısı getirmiştir.”[5]

Hukuku, dinin hizmetinde ve egemenliğinin bir parçası olarak değerlendirerek uygulayan dine dayalı teokratik devlet anlayışlarında değiştirilmesi mümkün olmayan Tanrı buyruğuna dayalı kuralların meydana getirdiği hukuk sistemlerinin uygulanması, farklı dinlere mensup kişilerin dışında aynı dine mensup kişiler arasında da büyük sorunların oluşmasına yol açmaktadır. Tarihte yaşanan Kerbela olayı ve günümüze değin süren Şii-Sünni çekişmesi ile (din adına ortaya çıkma iddiasındaki kimi) örgüt, grup ve cemaatlerin uygulamaları ile engizisyon başta olmak üzere, Avrupa’da yaşanan din-mezhep çatışmaları, (tamamen) dine dayalı bir hukuk sisteminin toplumu huzura kavuşturmaya yetmeyebileceği düşüncelerini güçlendiren örneklerdir.

Ancak, teorik olarak hukuk kuralları ile din kurallarının ayrılığı ileri sürülebilse de günümüzde, dini görmeyen bir hukuk veya hukuku dikkate almayan bir din anlayışına da rastlamak pek olası değil. Hukukun din egemenliğinde olmaması gerektiği görüşünün bir başka dayanağı da inanç, düşünce ve vicdan özgürlüğüdür.


Hukuk ve Ahlak

Toplumun genel kabulüne şayan olmuş, temel ahlaki değerlerin birçoğu zamanla hukuki norm haline gelmiş ise de, İnsan davranışlarını düzenleyerek, davranışlarına sınırlamalar getiren, kimi hususların aynı olması, Hukuk ile Ahlak arasında ayırım yapmaya engel değildir. Zira ayrıldıkları hususlar da oldukça çok ve önemlidir.

“Hukuk insanların gerek birbirleri ile, gerekse devletle olan ilişkilerinde uyulması gereken kuralları belirler ve bunları yaptırıma bağlar. Hukukta “yaptırım gücü” toplumda yanlışları ve kötülükleri cezalandırılır. Bu bakımdan hukuk kuralları ile ahlaki değerler korunabilir. Ancak, sorun her zaman bir kanun ile çözümlenmeyebilir. Kanunun gücü bazen belirli kişi ve/veya gruplara karşı etkili olmayabilir veya işletilemeyebilir. Bu bakımdan ahlakın tesisi, kanun dışında vicdan ile de yakından ilişkilidir. Vicdan, ahlaki değer yargılarını bir yaptırım gücü olmaksızın korur ve gözetir.”[6]

Dış görünüme (davranışa) yönelik, yaptırımları olan, devlet tarafından oluşturulan hetoronom yapıda açık, belirgin sade ve yazılı kurallara sahip hukukun amacı adaleti sağlamak iken, içgörünümüne (düşünceye) yönelik, yaptırımı olmayan, toplum, din, çevre ve sivil organizasyonlar tarafından oluşturulan, otonom yapıda, açık ve yazılı olmayan kurallara sahip ahlakın hedefi iyi ve doğruya ulaşmaktır. Hukuk kuralları tüm toplumda eşit uygulanırken, ahlak kuralı, kişiden kişiye, aileden aileye ve toplumdan topluma değişebilmektedir. Buna karşın toplumda genel kabul görüp olgunlaşan kimi ahlak kuralı yasalaşarak ve yaptırıma bağlanmasına karar verilerek hukuk kuralına dönüşebilmektedir.


Hukuk Düzeni

Toplum hayatını düzenleyen temel kurallar olan Din, Ahlak ve Hukuk kuralları, yoğun şekilde etkileşimde ve kısmen iç içe çok olduklarından, bu (inanç, düzen ve sistem) kurallarının nerede başlayıp nerede bittiğini belirlemek, bir kuralın kaynağı veya hangi alana girdiğini net olarak belirlemek (çoğunlukla) imkansız denilebilecek derecede zordur. Bu nedenle, bu alanlarda birbirinden çok farklı teori ve düşünce formları ortaya çıkmış, uygulanmış ve uygulanmaya devam edilmektedir.

Din,  ahlak, hukuk, örf-âdet ve görgü kurallarının her biri kendine özgüdür. Din çoğunlukla Allah tarafından belirlenmiş inanç ve kurallardan oluşurken; ahlak, örf/âdet ve görgü kuralları toplumsal beklentiler ile oluşarak şekillenir ve uygulanır. Hukuk kuralları ise (etkin otorite olan) devlet (veya iktidarı elinde tutan kişi veya grup) tarafından ihtiyaçlara göre ve istenen şekilde belirlenir ve (zorla) uygulanır.

İlk insan topluluklarında uygulanan sosyal düzen kuralları ağırlıklı olarak din/inanç karakterli iken günümüze doğru gelindikçe hukuk kurallarının ağırlığı artmış bunun sonucu olarak din kurallarının etkinliği azalma eğilimine girmiştir. Hukuk dışındaki (diğer) sosyal düzen kuralları, günümüzde sosyal düzeni sağlamada (çeşitli düzeylerde) etkisiz (veya yetersiz) kalmaktadır. Ancak buna karşılık hukuk diğer sosyal düzen kurallarından tamamen soyutlanamaz. Zira Toplumlarda farklı ağırlıklarda olsa da diğer sosyal düzen kuralları, toplumsal yaşamı (düzenleyerek) etkilemeye devam etmektedir. Bu nedenle Hukuk kuralları diğer kurallarla yakın bir ilişki ve etkileşim halinde olmayı sürdürmekte (günümüzde) diğer kurallar hukuk kurallarının oluşturulmasına (kaynaklık ederek) önemli düzeylerde katkı sağlayabilmektedir.

Kaynağını nereden alırsa alsın, yazılı hukuk kuralı (norm) halini alarak, hukuk normu formuna dönüşen kurallara (artık kaynağına bakılmaksızın) hukuk normu denilerek uygulamaya geçilmekte ve (her) toplum, kendine özgü hukukunu oluşturmaktadır.

Toplumu düzenleyen diğer (din, ahlâk, gelenek, görenek, görgü) kurallarından daha etkili olan hukuk kurallarının etkinliği genelde yaptırıma dayandırılıyor ise de yaptırımından daha kapsamlı olan “kurallara uyulmasının ve uyulmamasında yaptırımın devlet zoruyla sağlanmasıdır.” Bunun sonucunda kuralların oluşturulması, uygulanması ve ihlali hallerinde yaptırım uygulanmasını sağlayan çeşitli biçimlerde ortaya çıkan örgütlenmelerle; güvenlik, barış, eşitlik ve özgürlüğü (totalde adaleti) sağlamaya çalışan “hukuk düzeni”  ortaya çıkar.

 “Hukukun öngördüğü düzen, bilindiği üzere, doğa düzeni gibi kendiliğinden gerçekleşen bir düzen değildir; o, biz insanların oluşturduğu ve oluşturacağı, gerçekleştirdiği ve gerçekleştireceği bir düzendir.”[7]

Toplum olan yerde hukuk vardır özdeyişinde belirtildiği gibi; siyasal rejimi, ekonomik düzeni, kültürel gelişme düzeyi, ekonomik ve sosyal yapısı, dini, ahlaki anlayışı ne olursa olsun, her toplum belli hukuk kuralları ve bu kuralların oluşturduğu bir hukuk düzenine sahiptir.

Hukuk kuralları ile hukuku oluşturup, uygulayan kurumlarının oluşturduğu “hukuk düzeni” insanların (belirlediği şekilde ortaya koydukları) davranışlarına uymaz, kendi oluşturduğu kurallar doğrultusunda ve belirlediği biçimlerde davranmalarını emreder, yaptırır ve aksine durumlarda müeyyide (yaptırım/ceza) uygular.

Hukuk düzeninin amacı, toplumsal yaşayışı kendi kurduğu düzen çerçevesinde sağlamaktır. Bunun için de hukuk sistemi ve düzeninin toplumun gerekleri ve koşullarına uygun olması gerekir. Özgür bir varlık olan ve özgürlüğünün sınırlandırılmasından hoşnut olamayan İnsan, hukukun getirdiği düzen kuralları doğrultusu dışında davranışta bulunduğu anda da hukuk düzeni ile çatışma sorunu yaşar. Bu nedenle toplum içindeki (bir kısım) insanın, davranışlarının hukuk düzeninin getirdiği kurallarına uymaması ortaya çıkabilmektedir ki hukuk düzeninin (zorlayıcılığı) yaptırımı burada devreye girer. Bununla birlikte adalete yönelmiş, yaşadığı toplumdaki insanlarla uyumlu bir hukuk düzeni; toplumsal barış, güven, özgürlük ve eşitliği sağlar.


Hukuk Devleti

Çok farklı ve değişik versiyonları olsa da ağırlıklı olarak geçmişte görülen Din Devleti, Mülk Devleti, Polis Devleti olarak tanımlanabilen devlet anlayışları (önceki çağlara nazaran) önemini yitirmiştir. Hukukun diğer sosyal düzen kurallarının önüne geçmesi ve toplumsal ilişkilerin, hukuk temelli olarak ele alınması bir aşamadan sonra devletin üstüne çıkarak devletin de hukuka uyması gerektiği anlayışının sonucunda yeni bir devlet tipi de oluşturmuştur: Hukuk Devleti. Hukuk devletinin diğer devlet anlayışları karşısındaki en belirgin özelliği (Devlet ve İdarenin Hukuka Bağlılığı ilkesi gereği) öncelikle kendisinin hukuka saygılı olması ve uymasıdır.

İnsanlığın tarihsel gelişim sürecinde uygulaya geldiği birçok deneyimsel yönetim biçimlerinin geldiğimiz son aşaması olan günümüzde, Devlet biçimi şeklindeki örgütsel toplumsal yaşama modelinin de olmazsa olmazı olan hukuk düzeni ile birlikte devlet yönetimini elinde tutan kişi ve kişilerin de bağlı olduğu kurallar düzeninin meydana getirdiği (modern) şekli olan Hukuk Devleti biçimi tek bir formda olmadığından tanımı ve anlayışları da farklılıklar göstermektedir.

Hukuk devletini "demokratik devlet" yapısının, ya da soyut demokrasi kavramının önemli bir unsuru olarak değerlendirmek mümkün olduğu gibi, "hukuk devleti" kavramını bağımsız ve egemen bir kavram olarak ele alıp onun demokratik devlet ilkeleri ve çoğulcu bir toplumsal yapı ile desteklenmesi gerekliliğinden de söz edilebilir. [8]

Hukuk Devleti; toplum yönetimini elinde tutan kamu otoritesinin, pozitif hukuk kuralları ile bağlı olduğu devlet biçiminde tanımlanabilse de, toplumun çoğunluğunun kabul ettiği ve buna dayanarak Devlet gücüne fiili etki eden toplumun çoğunluğu tarafından genel kabul gören “ahlaki değerler”’e de dayanmak zorundadır.

Günümüz devletlerinde hemen her gün hukuk kuralları, kanunlar ve yönetmelikler değişmektedir. Yeni ihtiyaçların gerektirdiği hukuk kuralları ve kurumlar hızlı bir şekilde oluşturulmaktadır. Çünkü devlet yönetimi, geleneğin kalıplaşmış, donmuş kollektif tasarruflarına göre değil akla, bilgiye ve toplumun gerçek ihtiyaçlarına göre kararlar alma zorunluluğu ile karşı karşıyadır. Günümüz toplumlarında hukuk, yalnız düzeni sağlayan bir öğe olarak değil aynı zamanda önceden belirlenmiş sosyal amaçları gerçekleştirmek ve topluma yön vermek için kullanılan bir araç ve itici güç olarak ele alınmalıdır.”[9]

“Devletin halkı karşısında sahip olduğu ‘yüce’ ve ‘üst’ pozisyon, devleti toplumsal adaletin sağlanmasında yetkili kılmıştır. Diğer bir tabirle, toplumdaki adaleti evrensel hukuk değerlerini esas alarak sağlamak modern devletin görevlerindendir. Bunun yanında hakkın ve hukukun savunuculuğunu üstlenmesi devletin meşruiyetini pekiştiren bir unsur olarak işlev görmektedir Devletin adalet ilkesi ekseninde hukuku sahiplenen ve aynı zamanda hukuktan aldığı meşruiyete dayanan konumu, hukuku iktidar üzerinde konumlandıran bir yapı sergileyebileceği gibi, iktidar aracı olarak kullanmaya da müsait bir zemin teşkil eder.”[10]

Platon ve Aristoteles’ten günümüze değin Devletin hukuka bağlılığı düşünülmüş ise de Locke ve Montesquieu’nün ortaya attığı ve günümüzde (hemen hemen) tüm dünyada kabul görerek uygulanan kuvvetler ayrılığı ilkesiyle hukuk devleti kavramının önemi artmıştır. Doğal hukuk anlayışları sonucu 1787 ABD Anayasası’na yansıyan “doğal haklar” anlayışı ile 1789 Fransız devrimi sonrasındaki gelişmelerin rüzgarı ile öne çıkan “insan hakları” anlayışı, hukuk devleti kavramına yeni boyutlar eklediği gibi vazgeçilmez hale de getirmiştir.

Günümüz hukuk devleti anlayışlarında Güçler ayrılığı, Yasal yönetim, Temel hakların güvenliği, Anayasaya uygunluk denetimi ve Yönetimin yargısal denetimi, olmazsa olmaz ilkelerdir.

İnsanlığın tarih boyunca edindiği deneyimlerinin bilgi aktarımı ile oluşturduğu İnsani gelişim ve kültürün (şimdilik) en ileri düzeyinin yaşandığı günümüzde artık devletsiz toplum düşünülemeyeceği gibi hukuksuz toplum ve devlet düşünülememektedir.


DİPNOTLAR:

 [1] İbrahim Hakkı AYDIN; Seküler Ahlak Bağlamında Din-Ahlâk İlişkisi, Atatük Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı:

[2] Emre DORMAN; Din Neden Gereklidir. İstanbul Yayınevi, s.47

[3]Caner TASLAMAN; Ahlak, Felsefe ve Allah, İstanbul Yayınevi, İstanbul 2014, s.22

[4] Coşkun Can Aktan “Ahlak ve Ahlak Felsefesine Giriş” Hukuk ve İktisat Araştırmaları Dergisi Cilt:1, Sayı:1, 2009 s. 52-53

[5] Vecdi ARAL; Hukuk Nedir? HFSA (Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Arkivi) 26.Kitap, İstanbul Barosu 2014, s. 29

[6] İzzet SARGIN; Değişim ve Hukuk, KSÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl:1 Sayı:2 Temmuz-Aralık 2003, s. 113

[7]Ayşegül SİLİ; Adalet, Hukuk Ve Şıddet Arasında Yasalar, HFSA (Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Arkivi) 26.Kitap, İstanbul Barosu 2014, s. 377

[8] Nuri Alan Danıştay Başkanı (Demokratik) Hukuk Devleti ve Anayasa Ankara Üniversitesi SBF Dergisi. 2003 58-1 s.2

[9] İzzet SARGIN; Değişim ve Hukuk, KSÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl:1 Sayı:2 Temmuz-Aralık 2003, s. 113

[10] Ayşegül SİLİ; Adalet, Hukuk Ve Şıddet Arasında Yasalar, HFSA (Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Arkivi) 26.Kitap, İstanbul Barosu 2014, s. 377

BİLGİ: Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Nuri MEHMETOĞLU’na aittir. Emeğe saygı bakımından kaynak gösterilerek içeriklerin kısmen veya tamamen kullanması serbesttir.


Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.